Şafak Bulut ile Anadolu Parsı Özel I DoğaBilim Konuşuyor
Sizin de içinde yer aldığınız bu çalışmadan biraz bahsedebilir misiniz? Tam olarak ne amaçlanıyordu bu çalışmada?
Çalışmanın temeli, şimdiki adı ile Tarım ve Orman Bakanlığı, Doğa Koruma Milli Parklar Genel Müdürlüğü tarafından 2013 yılından beri Nuh’un Gemisi veri tabanı ile Türkiye’nin biyolojik çeşitlilik envanterinin belirlenmesini amaçlayan bir proje ile ortaya çıktı. Müdürlük, 2013 yılında 81 ilde biyoçeşitlilik envanter ve izleme çalışmalarını başlatmış ve 2019 yılında tamamlamıştır. Amaç ülkemizin zengin biyoçeşitliliğini mekânsal ve zamansal olarak belirleyip, bu değerleri izleme çalışmalarıyla koruma altına almaktı. Ekip olarak (Prof. Dr. Ahmet Karataş ve Dr. Burak Akbaba ile birlikte) bazı illerde bu projelerde görev aldık ve bazı yeni kayıtlar da vererek bu çalışmaları layıkıyla tamamladık. 2013 yılında Diyarbakır’ın Çınar ilçesinde çobanlar tarafından bir parsın öldürüldüğü haberi geldiğinde heyecanlanmıştık. Bizimde gururla içerisinde bulunduğumuz TRAMEM (www.tramem.org), bir ekip oluşturup incelemelerde bulunmak üzere hemen bireyin öldürüldüğü alana gidip gerekli çalışmaları yaptılar. Bu, 1974 yılında Beypazarı’nda avcı tarafından öldürülen pars bireyinden sonra gerçek anlamda ilk leopar kaydıydı. Son 15 yıldır peşine düştüğümüz pars için öldürüldüğüne oldukça üzüldüğümüz bir kayıt gelmişti. 2016 yılında Doğa Koruma Milli Parklar Genel Müdürlüğü tarafından Diyarbakır ili özelinde iyoçeşitlilik çalışması yapılacağı duyuruldu. Ekibin de benim de arkadaşım olan Ekoiz Çevre Danışmanlık firmasının sahibi Murat Doğan ile görüşüp, bu çalışmayı bizim yapmamız gerektiğini anlattım. Murat da oldukça istekliydi ve biz Diyarbakır’da biyoçeşitlilik envanter ve izleme çalışmasına başladık. İki yıllık çalışma sonucunda hedeflediğimiz diğer türlere ulaştık fakat parsı yine kaydedememiştik. Umudumuz ve sabrımız tükenmedi! Özellikle son 10 yılda parsın bulunduğu söylentilerinin kulağımıza iliştiği Siirt, Şırnak, Hakkâri ve Mardin illeri için de Doğa Koruma Milli Parklar Genel Müdürlüğü tarafından aynı çalışmaların yapılması için ilan edildi. Murat Doğan yine büyük bir özveri ile bu çalışmaya soyunarak ihale edilen işi Siirt, Şırnak ve Mardin illeri özelinde firması bünyesine kazandırdı. Artık hedefe yaklaştığımıza inancımız tamdı. Hemen arazi çalışmalarına başlamış ve il şube müdürlükleri ile koordineli bir şekilde ilerliyorduk. Her bir fotokapandaki her bir fotoğrafta parsı görme umudu, on binlerce fotoğrafı dikkatlice izleyen yorgun gözlerimizi aynı zamanda parlatıyordu. Üç ilde de pars kaydı ümidi yüksekti ki haber Şırnak’tan geldi. Sonunda yıllardır aranan Pars artık kaydedilmişti.
Bu şekilde yapılan biyoçeşitlilik çalışmalarının ülkemize katkılarını nelerdir?
Bu soruya cevap vermeden önce, biyoçeşitlilik terimini iyi kavramamız gerekecek. Biyolojik çeşitlilik
envanterden çok daha öte bir terimdir. Bir bölgedeki ya da biyosferdeki bütün türler, bu türlerin
genetik çeşitliliği ve biyotik ve abiyotik unsurların birbirleriyle olan enerji akışı yani ekosistem çeşitliliği biyolojik çeşitlilik demektir. Bütün canlılar biyoçeşitliliği beslenme ve barınma olarak kullanır. İnsanoğlu bunların yanı sıra çok daha fazlasını alır: enerji, sağlık, sanayi, turizm, giyecek vb. Bu doymak bilmeyen iştah biyoçeşitliliğin kaybı ile sonuçlanır ve yine insanoğlu bozduğu sistemi düzeltmeye çalışır ki bu düzen bir gün geri dönüşümsüz hale gelecektir. Kaybın önüne geçmek için ilk olarak doğaya saygıyı öğreten bir eğitim anlayışı şarttır. Daha sonra koruma çalışmaları ile sürdürülebilir biyoçeşitlilik kullanımı mümkün olacaktır.
Biyoçeşitlilik koruma çalışmalarında insanmerkezci ve biyomerkezci iki yaklaşım söz konusudur. Sanayi devriminden sonra tamamen insan odaklı (insanmerkezci) bir doğa kullanımı biyoçeşitlilikte büyük tahribatlara neden olmuştur. Son 30 yıldır biyomerkezci bir yaklaşım benimsenmiştir ve halen diğer canlıları insanlığın kölesi olarak görmeye devam eden bireyler çoğunlukta olsa bile bilinçli toplumlar insanın da doğanın bir parçasıdır temelinde uzlaşmaktadır. Bu biyomerkezci yaklaşımda, biyolojik çeşitliliği korumanın ve sürdürülebilir kullanımının geliştirilmesi için biyolojik değerlerin bilinmesi gerekir. Konusunda uzman biliminsanlarının özverili çalışmaları ülkemiz biyolojik zenginliğimizi ortaya çıkarmada oldukça yol katetmemizi sağlamıştır. Bu çalışmalar artarak devam ettikçe biyoçeşitlilik açısından zengin ve önemli alanlar belirlenip, bu alanları izleme ve koruma faaliyetleri de hızla devam edecektir. Sonuç olarak korumanın tek yolu bilmektir!
Birçok farklı kaynakta ülkemizde görülen Anadolu parsının, İran parsı ya da Kafkasya parsı olarak adlandırıldığını görüyoruz. Bu farklı adlandırmanın sebebi nedir? Bu konuda neler söyleyebiliriz?
Biyolojide esas olan türdür. İsveçli biyolog Carl Linnaeus’un 1758’de yayınladığı Systema Naturae
sınıf, takım, cins ve türlere göre canlıların ikili adlandırılma sistemini tanımlamıştır. Daha sonra coğrafik farklılıklar nedeniyle gen akışının kesilmesi prensibine dayalı alttür kavramı geliştirilmiş ve türaltı taksonların da varlığı kabul görmüştür. Anadolu, İran, Kafkasya, Hindistan, Afrika Parsı gibi adlandırmalar da aynı türün (parsın) alttürleridir. Anadolu parsı, 1856 yılında Fransız zoolog Valenciennes tarafından, İzmir’in 40 km doğusundan toplanan bir örneğe dayanarak Felis tulliana olarak adlandırılmıştır. Valenciennes, “tulliana” adını, tarihte ilk kez pars hakkında yazılı bilgi veren Roma İmparatorluğu, Sicilya Valisi Marcus Tullius Cicero’ya atfederek vermiştir. 1931 yılında biliminsanları tarafından Anadolu’dan alınan ve tekrar incelenen pars örnekleri neticesinde, Felis tulliana türünün aslında Panthera pardus türünün bir alttürü ve diğer pars alttürleri arasında bilinen en büyük alttür olduğunu belirtmişlerdir.
Satunin 1914 yılında Kafkaslar’dan Panthera pardus ciscaucasica ve Pocock 1927 yılında ise bu bölgeden Panthera pardus saxicolor alttürlerini tanımlamışlardır. Bunlar sırasıyla Kafkas Parsı ve İran Parsı’dır.
Hayvanların adlandırılmasında karışıklığa mahal vermemek ve daha önceki isimlendirme sorunlarını
çözmek üzere 1895’te ICZN (Uluslararası Zoolojik İsimlendirme Komisyonu) kuruldu. Bu komisyon zoolojik adlandırmada bazı kurallar koyar ve uygulanması için biliminsanlarına yol gösterir. Bu komisyona göre, farklı isimlerde fakat birbirlerinin aynısı olan türler ve/veya alttürler “sinonim” olarak değerlendirilir. Sinonim ya da benzer olan türler ve alttürler bir tek ortak isimde toplanmaktadır. Sonuç olarak gen akışının devam ettiği ve zoocoğrafik bir engelin olmadığı düşünülen tulliana, ciscaucasica ve saxicolor alttürlerinin tek bir isimde toplanması gerekir. Bu isim hakkı, ICZN’nin prioriti (öncelik) kuralına göre 1856 yılında bulunan Panthera pardus tulliana’ya ait olacaktır. Dolayısıyla kural olarak İran ve Kafkasya Parsı yok, Anadolu Parsı vardır!
Anadolu parsının ülkemizdeki neslinin devam etmesi için neler yapılabilir sizce?
Hızla artan nüfusa bağlı kentleşme ve biyoçeşitliliğin bilinçsiz kullanımı dünyada ve ülkemizde yok olan türlerin örnekleri ile doludur. Bunun yanı sıra avcılık, büyük boyutlu hayvanlar üzerindeki en büyük tehdittir. Son kaplanın Hakkâri’de vurulması gibi son parsın da 20 yıl öncesine kadar Beypazarı’nda vurulduğu biliniyordu. Dolayısıyla sürdürülebilir biyoçeşitlilik kullanımı ve avcılığın engellenmesi pars ve diğer hayvanların neslinin devamı için birincil kural olmalıdır.
Coğrafyamızda Anadolu parsının tarihi ile ilgili neler biliyoruz?
Antropologlar, 750 bin yıl öncesine ait en eski Pars fosilini İspanya’da bulmuşlar, ülkemizde ise en eski fosil kaydı tahminen 250 bin öncesine dayanmaktadır. Türkiye’de Çatalhöyük’te 6000 yıl önceki medeniyetlerden beri bilinmektedir.
Katıldığınız için teşekkür ederiz.
Dr. Öğr. Üyesi Şafak BULUT
Hitit Üniversitesi, İkbalkent Kampüsü Fen-Edebiyat Fakültesi
İran sınırı boyunca duvar örülür.bu ülkemize mültecilerin kaçak yolla girişini önlemek amacıyla yapılıyor..peki irandan ülkemize leoparlarin girişinde engellemiş olmayacakmış..yok bizde ureyebilecek sayıda leopar varsa sorun da yoktur…